Tuesday 16 June 2015

Belki Süphan bir daha her baktığında orda olmayacak, düzlükte bir heybet sembolü gibi sessizce dertleştiğin bir var olma timsali olmayacak belki bir daha. Yolculuklar karlar arasından siyah bir şerit olmayacak belki. Bir daha az sayıda ağacın kıymetli olduğu bu topraklarda bir yerlere gitme ve gittiğin yere sıkkınlığı,bıkkınlığı tükürüp, yerine anıları yüklenip hafifleme hissi olmayacak.
 
Batıya gittiğinde merak bile etmeyenlere anlatamadığın için onca güzellik içinde sır gibi büyüyecek, hep gelmek, gezmek ama yaşamamak isteği devam edecek. Belki ilerde zaman olmayacak, belki fırsat, belki para olmayacak, belki sebep gelmek için. Ama bazılarının elinden tutup “Bunları görmelisin” arzusu hiç bitmeyecek.

Yol kenarlarında durup şakkıdı şakkıdı oynamak, arabadan çıkınca üşüyüp binince sıcaklamak, sıkışmak, yorulmak, bağıra bağıra şarkı söylemek, hep gitmek istediğin ama bir türlü nasip olmayarak kapıdan döndüğün yerlere sövmek, işte Doğu’da gezmek kısaca, bu kadar zevkli olmayacak. Çünkü “burası tam da bizim falan yere benziyor” gibi benimseme ihtiyacı kalmayacak artık. Beklenti olmayacak tanıdık yerlerde. Değişiklik hissi olmayacak. Kendi coğrafyan diye burayı ötekileştirdiğin yerlerde kendin oldun çünkü, kendini buldun, buralardaki kendini kaybetme hissi hep anı olarak kalacak.

Anlatamayacaksın. Arkadaşlarına anlattığın memleket hayatın var ya, onlara burayı yeterince anlatamayacaksın. İyi diyeceksin insanlar için, coğrafya için soğuk, hatta pis, halkı için artık kendi görüşüne göre bişeyler.. Ama yetmeyecek bi tarafının burda kalması hissi için kelimeler. Alışmışlık için “kurtuldum bitti” gibi savuşturmalara sığınacaksın, hatta kendine eziyet edip her giden gibi “oraların kıymetini bilin” diyeceksin kalanlara. Emin ol diyeceksin. Ama ne dersen de, anlatamayacaksın.

Ömrünün en güzel yılları hep uzak olanlar ya hani, yılların boşa mı gitti, senden aldı mı, sana bişeyler kattı mı, hep tartacaksın. Ne gerek varsa tartmaya ikisini de kabullenmek varken? Çeşme’de, Bodrum’da öğretmenlik yapsan bu kadar değişir miydin? Kendinden verip kendine ekler miydin? Kızmayacak mıydın sabah kalkmaya? Ayın 15ini beklemeyecek miydin? İdarecin olmayacak mıydı? Servis gecikirse sinirlenmeyecek miydin? Her yemek harika mı olacaktı? Gene dönüp dolaşıp aynı yerlere gitmeyecek miydin? Gene farklı kültürler tanıyıp, gene insanlara tahammül etmeyecek miydin? Herkes aynı olsaydı büyüyebilecek miydin?

Bundan sonra başlayacak arkadaşlık. İşi düşmedikten sonra. Gerek kalmadıktan sonra. Uzaklaştıktan, vedalaştıktan sonra. Vefa şimdi var, hatır, hatırlama. Şimdi bileceksin kimi görmek istiyosun, kimi arkanda bırakmak istiyosun. Kim seni sorar, kim arar.

“Siz oraya geri dönmek için gittiniz, ayrılmak için buluştunuz” demişti biri. Dönüyorsun işte, hem de bir sürü hatıra ve bir sürü kişiyle.


Thursday 15 May 2014


Veda edebilecek şansı olmayanlar için de ağladım,
şans dediğim bu kelimeler de kor, sıcak kömürden
fiziken değil, ve fakat gerçekten yandım.
her gün biraz daha ölmesek diyorum


Bakınız kelimeler ne kadar da değerli. Kullanın onları, belki yerin kurtarılmayacak kadar dibinde değilsiniz, ama hayatın dibindesiniz, ve herkes gibi ölümden bir sebep uzaktasınız.



Tuesday 6 May 2014

Zor İşler Bunlar

Her mesleğin kendine göre bi zorluğu var derler. Bilmiyorum siz mesleklerin zorluğu dediklerinde hangi açıdan bakarsınız, ama ben sövdüren meslek seçmek istemedim. 

Müffettişler mesela, sevilmez. Ne gerek vardır, işler kebaptır, gezip eleştirerek para kazanıyorlardır falan. Bankacı, eğitimci ve asker arkadaşlarımın bakış açısı benle aynı olmayabilir. Ama ben Mustafa Kemal Samsun'a 9. Ordu Müffettişi ünvanıyla ayak basıp, sonra düşmana bir bir bastığı için saygı duyuyorum bu mesleğe. 

Süper kahramanlık da zor zanaat. İkiyüzlülüğün, çift kişilikliliğin psikolojisi nasıl bişeydir acaba? İşyerinde gazeteci, su katılmamış mal,geceleri sünnet çocuğu gibi göklerde uçup arka sokaklarda kadın taciz eden pis sarhoşları insanlık namına öldürmeden döven bi süpermen olmak kolay mı sanıyorsunuz? Donunu taytının üzerine giymek başlı başına travma sebebi zaten ama eskidi o espiri. Batman'i tenzih ederim, o karizma ne yapsa yeridir.

Güzellik uzmanı olan kişilerdeki güzellik anlayışını çok merak ediyorum. Hata yapma lüksü olmayan bu zengin insanların her gün bıyıklı kadınlarla oturacak vakit bulamadan akşama kadar dedikodu yapması, insanda "kalsın o para" deme isteği uyandırdığına katılır mısınız,bilemiyorum.

Çay bahçesi garsonu, evinde içebileceği çayı dışarda 30-40 lira hesap ödeyerek içenlere hayret üzerine kariyer yapan zat. En büyük pişmanlığı okumamak olan bu kişi, 4 masa da olsa, 25 masa da olsa aynı hızda çalışıp, yetiştiremediği işten ayrılmak kararını her 3 senede bir gözden geçirir.

Dövmeci. Bu meslek ismini kim bulmuş merak ediyorum. İnsanların canını yakarak parasını alan bu sanatçı insan da hata yapma lüksü olmayan biri. Meslek tanımında çıplak vücuda yelek giymek, mütemadiyen sigara kokmak ve alkolik olmak gibi özellikler mevcut. Bu özellik sizde bulunmuyorsa ahşap boyamacılığını öneriyoruz.

Meteorolog olmak ülkemizde eskiye nazaran kolaylaşmış ama olduktan sonra anasına sövülmemesi hala kolaylaşamamış. Küresel ısınma, mevsimlerin kayması falan hep bunların suçu. Meslekte sorun yok hacı.

Arçelik, 118li hatlar, turkcell reklamlarının yazarı olmak da ayrıca zor. Mesela hem sığırsın hem bütün ülke buna katılıyo. Allahtan günümüz ekranı bi evde, bi adada belli zaman geçirecek insanlar içeren yarışmalarla sığırlığı yüceltti de bu meslek süper para kazanıyo.

Ama hiçbiri bi öğretmenlik değil. Fotoğraflarımı takip edenler ne kadar kolay para kazandığıma inanamazlar. Hep lay lay, hep loy loy. Önceki nesil bi maaşla ev geçindirmiş, çocuk okutmuş, ev bile yaptırmış da biz niye yaptıramıyomuşuz. O nesle soruyorum, acaba emekli maaşıyla tüm aileyi alıp yaz tatilini hangi tatil köyünde geçirmeyi planlıyorsunuz? Maaşınızın günümüzdeki satın alma gücüne bakılırsa bu yıl sonunda 2015 model bi Alman arabası alacak gibi duruyosunuz. Yattığı yerden para kazanan bi öğretmen olarak, doğuda sınıflarda çekyat yok, devletten çok şikayetçiyim, doğu görevi lanet bişey.

Monday 21 April 2014

"Savaşma, seviş" bizde niye tutmadı diye sorunca aklıma tek bi senaryo geliyo.

Haki yeşili giyinmiş elinde keleş bi adam, ağzında Prestige sigarası. Dumanı bi gözünü yakıyo olacak ki o gözünü kısmış. Kısık gözünün etrafındaki çizgiler karasal iklim güneşinde, sürekli kısılmaktan izler oluşturmuş. Sürekli aynı gözün kısılmasına delalet o çizgiler sigaranın yerinin de baki olduğunu gösteriyo.

Adama yaklaşıyorum. Havadan sudan laf alış verişinde bulunuyoruz. "Silah" diyorum, "öldürmüyo. Öldüren silahı tutandır, öldürme." Dava falan bişeyler söylüyo, kahvehanede bi kişiyi dinleyen 50 kişinin her istikamete kendi fikri gibi yaydığı o politik ses tonlu cümlelerle. Haklılığını düşünmüyorum, ses tonunda takılıp kalıyorum cümlelerin.

Derken çözümü soruyo, benim çözümüm nedir diye. "Sen hiç caz dinledin mi?" diyorum, sigarasının istifi bile bozulmadan "hasss...." DANNNN!!!!!! alnımın ortasına kurşunun geldiğini görmüyorum bile.

Oysa az önce öldürmenin silahla olmadığını söylemiştim.

Niye sinirlendi ki şimdi caz diyince bu adam? son düşüncem oluyo, "ben de dinlemem ama dinleyeni vurmak gerekmez"diyecektim müsaade etseydi.


Sunday 20 April 2014


Hanselle Gratel ekmek kırığı ile yol bulmaya çalıştı da "Kuşlar yemese ne zeki lan" dedik. Çünkü kırmızı başlıklı kız, bi kurtla bi ninenin arasındaki farkı dişlerden, kulaklardan ibaret sanan bi gerzek ve bizim hayal gücümüz de onlarla gelişti.

Gece yarısı evde olması gereken kül kedisi ayakkabısını unutmasa prensle evlenemeyecekti. Çünkü dangozlukta üst sınır olan o mal, aşık olduğu kızı, ayak fetişisti olacak ki, yüzünden tanımaz; ertesi gün aşık olduğu kızı unutur ve tüm ülkeyi gezip her hatuna ayakkabıyı denetmek zorunda kalır.

Hayır ben fantastik kurgu kitapları seviyorum. Siz hiç David Gemmell okudunuz mu? Suzanne Collins? George RR Martin? David Eddings? Mine Kırıkkanat'ın Destina'sı? Mülksüzler? George Orwell?

kitap                  film
Onlarca daha sayarım Moby Dick, Star Trek, Yüzüklerin Efendisi gibi ekrandan bildiğimiz, ama harflerle nasıl da çok daha zengin bi dünya yaratıldığından bihaber olduğumuz eserleri. Hani Matrix filminde Neo karakteri 1'ler ve 0'larla görmeye ve daha net görmeye başlıyodu ya, harfler ekrandan o derece daha net ve güzel aslında.


Kelimeler yan yana gelip ne kadar olmayanı var edebilir ki? sorusuna yanıt yukarda saydığım yazarlar mesela. Çocuklarımıza hayal gücü kazandırmamız için o dünyalara, o prenseslere, prenslere, cinsiyet kimliğine, sosyal rollerin benimsenmesine, aile kavramına, toplumsal doğru-yanlış kavramına, beklentilere, aşktan, kimlikten, büyüyünce kendinden ne bekleyeceğine karar vermek için, gerçeğe ulaşmak için gerçek dışılığa ihtiyacımız var.

Sanki söndü ateş. Çocuklara ellerinde teknoloji varsa dijital ortamda silahlar, cinayet senaryoları veya futbol menager türevleri oyunlar, teknolojiye ulaşımları yoksa Tv'den imkan sahiplerine kin beslemek için her türlü imkan verilerek o bizim şanslı neslin nimetlerinden uzaklaştırıldılar.

Survivor ve evlendirme programları arasında gidip gelen bi zapping ile de taburenin 3üncü ayağı tamamlandı büyüklerle.

Bir adım atmak mümkün oysa. Eline kumandayı alıp, kırmızı tuşla ekranı karartmak mümkün. Çocuğa kitap vererek ona zengin bi dünya sunmak mümkün.

Kitap başka bir boyuta sihirli bir portaldır.
Patnosun ortasında, Patnostan yolculuk yapıyorum ben her gece. Işığı kapatıp elime kitabımı alınca, gözümün önünde bambaşka bi dünya, başka hayatlar, umutlar, doğrular, yanlışlar, hisler deneyimler, büyüyenler, yaşlananlar, savaşanlar, barışanlar var. Bi sayfa daha, bi sayfa daha okusam.. Uyku beni teslim almasa, bi sayfa daha.. Okumayı sevmeyenler anlamaz, vakti olmayanlara sözüm yok ama vakti olan varsa, elinizdeki aşk hikayelerini bırakın da çocukların ufkunu Canan Tan ve benzerleriyle bezemeden önce onları arabeskten azat edin.